Son bültenlerde paylaştıklarıma gelen mesajlar, emailler ile anlıyorum ki biraz daha konunun içine dalmak, derinleşmek iyi geliyor hepimize. O zaman kaldığımız yerden devam edelim.
Önceki bültende demiştim ki son kertede anlıyorum ki doğum haritalarımız ve enneagram gibi benim üzerine çalıştığım kendini tanıma araçları aslında bize kim olduğumuzdan ziyade nelerden özgürleşmemiz gerektiğini gösteriyor. Şimdi buradan biraz daha derine inip kendi eksenimde bu araçlara çekilmemin arkasındaki fani sebeplere bakalım.
Spirit seviyesinde hepimizin mayasında kendi doğamızı ve yaşam denen bu gizemi keşfetme ihtiyacı var. Dünyevi seviyede ise benim kendi yolculuğumdaki en büyük sebep doğduğum andan itibaren bundan mahrum kalmış olmam idi. Eğitime erişimi olmayan ve duygusal açıdan olgunlaşmamış ebeveynlerin çocuğu olarak kalabalık bir ailede çoğunlukla pekiştirici geri bildirimler olmadan büyüdüm. Bedenimde hissettiklerimin, duygularımın, düşüncelerim ve davranışlarımın bir adı yoktu çoğu zaman. Bir sis bulutunun içinde yalnız yürümek gibiydi çocukluğum. Yaşama dair aldığım bilgilendirmeler ise oldukça yüzeysel İslam bilgisinden öteye geçemiyordu. Bu ikincisi için minnettarım çünkü bana muazzam bir özgürlük tanıdı. Ancak ilkinin yokluğu ile epey bocaladım, epey kafa karışıklığı yaşadım. 20’lerimin sonundaydım ve hala insanlar bana cömert ya da öfkeli olduğumu ya da şu durumda sen genellikle şöyle davranırsın diye söylediklerinde şaşırırdım. Sahiden öyle miydim?
Bu kendime olan devasa yabancılığım ve hatırı sayılır yaralarımla bundan öteye gidemeyeceğim dediğim yerde girdi hayatıma astroloji. O dönem psikolojik destek almak da muazzam derecede yardımcı olabilirdi elbette ki; ama lisede ilaçlarla bir zombiye döndüğüm kısa bir dönem sonrasında o alana güvenim de epey sarsılmıştı. Ağır çocukluk travmaları sonrası insanlara güvenim de yok derecesinde olunca astroloji çölde bulunan bir vahadan da öteydi benim için.
Durmaksızın içtim bu vahanın sunduğu sudan. Hem kendimi anlamada hem de yaşamı anlamlandırmada güçlü bir etkisi oldu üzerimde. Astrolojiyle ilişkimin bu kısmı karmik izlerimden, ailevi ve kültürel koşullandırılmalarımdan oluşan Eda’yı, benliği anlamak ile geçti. Enneagram da ilk başta buraya hizmet etti. İyi ki de etti. O sis ormanından kendi çabamla çıkmaya başladım, bir hayalet olmaktan öteye geçip bedene büründüm. Hislerimin, duygularımın adını koydum. Elbette o dönemde acemi meditasyon ve yoga denemelerimle de desteklendi bu süreç.
İşin bu kısmı Budist Psikoloji’de de karşılığı olan bir yere işaret ediyor aslında. Budist Psikolojiye literatürde Benlik Ötesi Psikoloji de deniyor. Ancak benlik ötesine geçmeden önce benliğin ne olduğuna dair anlayışın derinleşmesi gerekiyor. Yoksa benliği bypass ederek ötesine geçmeye çalışmış oluyoruz. Bu sebeple de budist öğretide Buddha Aileleri’nden bahsedilir. Her Buddha Ailesi’nin kendine has karakteristik özellikleri vardır. Hepimiz bu ailelerden birine denk düşen baskın bir karakter özelliği taşırız, mesela öfke gibi..
İşin ikinci kısmında ise mesele artık bu eşiği geçmekle ilgilidir. Benliği anlayıp ne olduğunu ve ne olmadığını keşfettikten sonra ötesine geçme zamanı gelmiştir artık. Bu da benim için doğum haritam ve enneagramda keşfettiklerimin esasında tutunmaya en müsait olduğum özellikler olduğunu idrak etmem anlamına geldi. Zamanla terapi de eklendi bu sürece, ve orada açığa çıkanlar zaten doğum haritamı hep doğruladı.
Önce inşa etme ve sonra da yıkma süreci bu aslında. İnşa etme süreci eğer benim gibi bir çocukluk deneyiminiz yoksa daha hızlı ve kolay olabilir. Yıkma süreci ise her koşulda en zoru. Belki burada yıkma gibi Satürnyen bir terim kullanmaktansa çözülme gibi Neptünyen bir terim kullanmak daha doğru olur. Benliğin çözülmesine, dağılmasına izin vererek ondan özgürleşmek… Bu elbette ki mistik bir deneyim ve tam da bu sebepten muazzam bir adanmışlık gerektiriyor. Ve tabii bir rehber eşliğinde ilerlemeyi…
Ancak yine de kendi ellerimizle yarattığımız ızdırabı azaltmak için dünyevi yaşantımıza da bir nebze bu özgürlüğü sunabiliriz gibime geliyor. Diyelim ki haritanda yoğun bir Boğa enerjisi var. Kendine yeten bir yapıya sahipsin. Bu senin benliğini tanımlayan önemli bir özellik. Gurur duyulası! Peki ya bu “kendine yeterlilik” ideasından, benliğinin bu en sıkı vidasından özgürleşsen nasıl olur. Bu özelliğim olmadığında ben kimim? diye baktığında ne görüyorsun? Benliğine ait bu katı parçaya bu kadar sıkı tutunmanın sana yarattığı katkıların yanında acıları da görebilir misin?
Bunu en çok da o kendine yetemediğin anlarda keşfedebilirsin. İşte o zamanlar kendi ellerinle yarattığın ızdırabı farkedebilirsin.
Velhasıl kelam “bu ben olmayabilir miyim?” sorusunu ara sıra hatırlasak nasıl olur acaba :)
Ve bu sorunun ardı sıra “bu ben değilsem, ben kimim?” sorusu arka kapıdan giriverir gizlice…
İyi ki :)
Eda
Bir solukta okudum yazını. Benlik kavramını, benleştirmeyi tam olarak nasıl anlayabilirim? Benlik bazen farklı yerlerde çıkıyor ortaya. Pazar günü hocamla sohbet ederken çıktı ortaya. Direnciyle birlikte küçük bir çocuk gibi kollarımı kavuşturdum bakmak istemedi zihnim. Durdum. Ne vardı orada? Oysa benlik ile ilgili kendimce bulmuştum cevapları biliyordum... konu "ben" olmadığında benlik bambaşka hikayelerde bambaşka şekillerde çıkıyormuş ortaya. Şu sıralar gene kafam karışık. Bilmiyorum. Onlarca kez baktığım, okuduğum duyduğum natal haritamı farklı algılamam nasıl mümkün? Eşiği fark edebilecek miyim? kendimi kandırmadan görüp geçebilecek miyim? Yine denizin üzerinde altımda bir halı dengemi bulmaya çalışırken bu seferde sis var. Öte kıyıyı görüp kendimi güvende hissedip akarken üzerinde, şimdi ne öte kıyı var ne güven duygusu. Hafif bir sallandı, duman ve neredeyim? Nereye gidiyorum? Ne istiyorum? Gökyüzünün bizlere etkisini seviyorum.