İki yaz önce Fethiye’ye taşınmıştım ve ormanlarla çevrili bir köyde yaşıyordum. Yaz ortası orman yangınları başladı.Yangınlara yapılan müdahaleler yetersizdi. Yine ihmalkarlık vardı. Yine çok büyük acılar vardı. Öfkeliydim. Üzgündüm. O gecelerin birinde dharma hocam Geshe Namdak ile dersimiz vardı. Zorlayıcı duygularla ilgili olarak sorularımızı soruyorduk. Ben söz hakkı aldım ve sordum :
Ülkemde çok büyük felaketler oluyor ve yetkililer yapması gerekenleri yapmıyorlar. Çok öfkeliyim. Bu öfkeye dair ne söyleyebilirsiniz. Bence bu öfke sayesinde harekete geçiyoruz, onun kötü olduğunu düşünmüyorum.
Hocam hiç öyle uzun uzun anlatıp cevaplamadı sorumu, tek bir cümle söyledi:
“Kalbinde şefkat var ama araya egon giriyor.”
Hı? Nasıl yani? Cevabı duyduğum an kalben anladım ama zihnim anlamak istemedi. Yüz ifademden anlamış olacak ki o sessizlik anından sonra biraz daha açıkladı.
“Orada olan acıyı gördün ve o acıyı dindirmek, sonlandırmak istedin. İşte bu şefkat. Gerisi yani öfke ise egosantrik bir karşılık.”
O devamını getirmedi ama aslında devamı biraz şöyle : Öfkende onlar kötü, ben iyiyim kibri gizli. Gerçekte olan ise sadece acı. Öfkende haklı olduğunu düşünebilirsin ama öfkeni haklı olduğun için sıkıca tutarsan acıyı dindirmekten ziyade acıyı çoğaltırsın.
Öfkelenmeyecek miyiz yani?
Bunları duymak bazılarınızı şaşırtıyor biliyorum. Şaşırtmıyorsa bile birçok soruyu uyandırıyor zihninizde. Bu soruların başında da;
Öfkelenmeyecek miyiz yani?
Şiddete, haksızlığa, adaletsizliğe göz mü yumacağız?
Nefret edip öfkelenmemek mümkün mü, o sadece Allah’a mahsus.
Ben kendim için öfkelenmiyorum ki diğerleri için öfkeleniyorum bu nasıl egosantrik olabilir ki?
Elbette ki öfkeleneceğiz. Öfke bir duygu. Her duygu gibi hanemizi ziyaret edecek ve kısa bir süre sonra da biz onu uzun süre ağırlamakta ısrar etmezsek çekip gidecek. Öfkelenmekte yanlış olan bir şey yok. Bilgelik seviyemiz yükseldikçe daha az öfkeleneceğimiz de bir gerçek.
Kendisinden ilham aldığım, bana cesaret veren bilge kadın Dipa Ma ( Türkçeye kitabı çevrildi ve hakkında bir podcast bölümü yaptım) sevgi ve şefkat dolu kalbiyle Batılı gençlere rehber olmuş bir öğretmen. Kendisine öğrencilerinden biri soruyor : Dipa Ma, peki ya birisi torununa zarar vermek isterse, o zaman ne yaparsın, hala sevgi dolu olur musun?
Dipa Ma; onu durdururum elbette, diyor.
Bu kadar sade ve basit!
Sanırım bu kısım en çok kafamızı karıştıran kısım. Öfkelenmezsek, nefret etmezsek karşımızdakinin aynı zararları vermesine onay veriyormuşuz gibi düşünüyoruz. Elbette ki değil. Aksine şefkatli olmak acıyı dindirme, sonlandırma arzusuna sahip olmak demek. Ve bunu yapmanın tek yolu öfkelenmek ve nefret etmekten geçmiyor. Aksine şefkate öfke, nefret gibi duygular bulaştığında atacağımız adımlar saflığını yitiriyor. Acıyı kişiselleştirmiş oluyoruz. Tam da bu sebepten özşefkat yok sadece şefkat var, çünkü sadece acı var. Benim acım, senin acın yok, sadece acı var ve acıya karşı kalbimizde açığa çıkan o güçlü dindirme arzusu var.
Öfke ve nefret ise kalbi ağırlaştırdığı için acıyı dindirmek için gereken hareketliliği, gereken yaşam enerjisini aşağıya çeker. Daha da doğrusu bu duygular içimizde yükseldiğinde kısa süreliğine kendimizi enerji dolu hissetsek de zamanla yaşam enerjimiz aşağıya çekilir. Duygularla hareket ettiğimizde gelip geçici ve değişken bir şeye dayanarak hareket etttiğimiz için sürdürülebilir ve kalıcı çözümler yaratmamız mümkün olamaz. Şefkat ise bir duygu değildir. Vietnamlı Zen üstat ve barış elçisi Thich Nhat Hanh “ Şefkat bir eylemdir.” der
O halde bu dayanılması zor acıların içerisinde öfke yatıp nefretle kalkmanın acıyı dindirmeyeceği aksine daha fazla nefreti doğuracağını kabul etmemiz şart. “Acıyı nasıl dindirebilirim, acının kaynaklarını, köklerini nasıl ortadan kaldırabilirim?” sorusuna aklı selim cevaplar bulmak gerekiyor. Öteki türlü hala “benim haklı öfkem, benim haklı nefretim ve isyanım” sularında farkına varmasak da boğuluyoruz.
Haklı olsak da olmasak da acı ve ısdırap hala var. O halde benim haklı olmam ya da olmamam neyi değiştirebilir ki…
Şefkatin Ateşli Tarafı
Şefkatin çok boyutlu bir doğası var. Çoğunlukla besleyen, bakım veren doğası bilindiği için şefkat daha çok yumuşaklık hatta bazıları için zayıflık olarak da görülüyor. Oysa ki şefkatin bir de ateşli doğası vardır, bunu hocalarım genellikle yavrusuna doğru yaklaşan bir tehlike gördüğünde anne ayının yavrusunu koruma eğilimi ile bağdaştırırlar. Şefkatin bu boyutu güç ve cesaret gerektirir.
Şefkat alanında çalışmalar yapan önemli isimlerden Dr. Criss Germer bunu şöyle açıklıyor :
“Ateşli / Yang şefkat çoğu zaman öfke unsuru da içerir. Ateşli/ Yang şefkat için iyi bir metafor, yavrusu tehdit edilen bir anne ayının davranışıdır. Öfke unsuru, şefkati genellikle sıcaklık ve besleyicilikle ilişkilendiren insanlar için kafa karıştırıcı olabilir. Ancak, öfkeyi dizginlemeyi öğrenmek ateşli/ yang şefkatin önemli bir parçasıdır. Öfkemizi bastırdığımızda, doğruyu söyleme veya olumlu eylemde bulunma kapasitemizi kaybetmemiz muhtemeldir. Tersine, öfkemizle kontrolden çıkmak hem kendimize hem de başkalarına onarılamaz zararlar verebilir.
Ateşli / Yang şefkat adına zararlı davranışlar için bahaneler üretmek kolaydır. Örneğin, sevdiğimiz birine hakaret eden birine küfretmenin koruyucu ve dolayısıyla ateşli bir şefkat olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu şefkat değil, intikamdır. Ya da sosyal adalet çalışmalarında, öfkeyle doluyken masum bir kişinin malına zarar vermenin geçerli bir protesto biçimi olduğunu düşünebiliriz. Bastırılmış öfke anlaşılabilir olabilir - Martin Luther King "İsyanlar duyulmayanların dilidir" demiştir - ancak isyanlar ateşli şefkatin dili değildir ve kaçınılmaz olarak daha fazla şiddete yol açar.”
Bir farkındalık pratiği…
Acılar bu kadar taze iken ve bu acıları dindirmek için gereken adımları atmayanların yüzleri her yerde iken öfkelenmemek kolay olmayabilir. Onlar karşı nefretle dolup taşabiliriz. Bu doğal. Buna karşı uyanık olmamız ise şart. Benim burada uyguladığım pratik şu, belki sizlere de faydası olur : Ne zaman ki kendimi belli bir şahısa karşı hiddetlenmiş olarak yakalarsam bu örnekte mesela politikacılara, o zaman kendime hatırlatıyorum. Bu “karanlık”, bu “cehalet” şu an bu şahıs üzerinden ifade buluyor, önceden de başka bir şahıs idi, gelecekte de başka biri olacak. Şahsa odaklanmak yerine oradaki karanlığa, oradaki cehalete odaklanıp bunun değişmesi için ne yapabileceğime odaklanabilir miyim? Bu şekilde bakmak o şahsı aklamıyor, o şahsın yaptıklarını hafifletmiyor. En nihayetinde hepimiz eylemlerimizden sorumluyuz. Hatta bu hayatta bir tek ve bir tek eylemlerimizden sorumluyuz. Bu pratiği yaparak hazır olmadığımız halde birilerini affetmeye de çalışmıyoruz. Sadece meseleyi kişiselleştirmiyoruz, meseleye bireyler üstü bir yerden bakarak nefreti beslemek yerine şefkati beslemiş oluyoruz. O şahsın eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi için gereken adımı atabilecek konumda isem elbette ki harekete geçmeliyim; daha fazla acının olmaması için.
Öte taraftan söz konusu cehalet ise hepimiz payımıza düşeni almış durumdayız. Bu pratiğin alt metninde onlar cahil, onlar kötü ama ben iyiyim, bilgeyim düşüncesi yatmıyor. Nefreti beslemediğimi zannederken kibri beslemediğime de dikkat etmem gerekiyor.
Zor zamanlarda iyi niyeti korumak…
Dalai Lama’nın çok sevdiğim bir ifadesi vardır; eğer bencil olacaksan en azından akıllı bir bencil ol.
“Nefret nefreti doğurur.” bunun bir başka açılımı olabilir. Zarar veren, yıkımlara, acıya sebep olan birinin kötülüğünü istemek canın yanarken iyi hissettirebilir. Onun da çocuğunu kaybetmesini, başına kötü şeyler gelmesini diliyor olabilirsin. Adaletin bu olduğunu düşünebilirsin. Ancak bu o şahsın cehaletinin sonlanacağı ve daha fazla acıya sebep olmayacağı anlamına gelmiyor. Sadece daha fazla acı açığa çıkacaktır. Öç almak acıyı sonlandırmıyor.
Akıllı bencil olmak ise şu anlama geliyor; eylemlerimin sonucunun dönüp dolaşıp beni bulacağından emin olarak iyilik yapmak. Kendimi düşünüyorsam iyilik yapmalıyım, diğerlerini düşünüyorsam iyilik yapmalıyım…
İyilik yapmak için gereken iyi niyete sahip olmak ise şartlar uygun olduğunda kolaydır. Şartlar uygun olduğunda birlikten, beraberlikten, sevgiden bahsetmek kolaydır. Ancak şartlar zorlaştığında da hala aynı niyetleri koruyabilmek, esas mesele işte bu. Şartlar uygun olmadığında da sevgiden, şefkatten ve birlikten söz edip ona göre eyleme geçebiliyor muyum?
Gördüklerim karşısında beddua etmek o an için bir rahatlama veriyor olabilir, peki ama acı sonlandı mı?
Şimdilik paylaşacaklarım bu kadar, buradan yazmaya devam edeceğim. Sizlerden gelen talepler de bu doğrultuda; çaresizlik, umutsuzluk, yas, zorlayıcı duygular, şefkat ve pratikleri üzerine gelmiş cevaplar instagramda sorduğum soruya.
Aşağıda sizler için hazırladığım bir metta (şefkat) pratiği var. Bu pratiği yaparken zorlanırsanız devam etmeyin, kendinizi zorlamayın. Bu pratiğin amacı üçüncü gözünüzü açmak, bazı özel güçleri uyandırmak, dünyayı değiştirmek vb. değildir. Sadece ve sadece kalbinizde şefkati uyandırabilir ve bu da dünyayı daha güzel bir yere dönüştürmek için önemli bir adımdır.
Sevgiyle,
Bu yasların kalplerimizi daha da güçlendirmesi, daha korkusuz ve şefkatli kalplerimiz olması dileğiyle…
Eda... nasıl iyi geldi yazın. Dün tam da buradan aynı senin sorduğun gibi sordum ben de hocalarımıza. Dipa ma'nın dediği gibi durdurmak istiyorum. Bunu nasıl yapabilirim? Öfke mi nasıl nasıl dönüşüme katkı sağlayarak kullanabilirim? Tutunmadan sadece öfke var dediğim, ara ara okuduğum gördüğümle içimi yakan öfkeyi öfkenin kaynak olarak gördüğüm kişilere kurumlara değil, buna sebebiyet veren durumları çözmeye yönlendirebilirim?